Üniversite ikinci sınıfta aldığım bir derste hocamız, Kırmızı Başlıklı Kız masalını, yapısına sadık kalarak, yeniden yazmamızı istemişti. Neydi o yapı? Bir kız çocuğunu annesi, bir yere gönderiyordu ve “yoldan sapmamasını” tembihliyordu. Ama o bir kurdun aldatmacasına kanıyordu ve sonunda kendini kurdun midesinde buluyordu. Yani kötü son.
Masallar, ahlakî metinlerdir ve nesiller arası ahlakî kodların aktarılması için yazılmışlardır genelde. Ama masalın yapısı bozulmadan da, yani kahramanın yola çıkışı, yoldan sapması ve varış noktasındaki farklılıklar gibi unsurlar değiştirilmeden de, ahlakî çağrışımlar çeşitlendirilebilir. Bizim ödevimiz işte bunu yapmaktı.
O ders için verilen ödevde ne yazdığımı hiç mi hiç hatırlamıyorum. Ama geçenlerde bu olay hatırıma geldi ve bir kez daha denemek için masanın başına oturmak istedim. En keyif aldığım şeylerden biri çünkü çok bilinen hikâyelerle oynamaktır. Hem bir zihin egzersizi olur, hem de dünyaya farklı perspektiflerden bakmayı sağlar. Hikâyeyi kurdun ağzından anlatmak ilk benim aklıma gelmedi elbette ama bu da benim anlatımım. Siz de kendi anlatımlarınızı yazarak kendinize eğlence yaratabilirsiniz.
İyi okumalar!
Not: Bu fanzine abone olmak için aşağıdaki boşluğa e-posta adresinizi yazabilirsiniz…
Kırmızı başlıksız kurt

Beni tanırsınız, yapmacık bir çocuk masalından. Kırmızı Başlıklı Kız. Yollarımız bir kez kesişmişti hatırlarsanız o küçük kızla. Anneanneciğine kek ve şarap götürüyordu. Kıpkırmızı, hatta altın rengine çalan alev kırmızısı bir pelerini vardı. Omuzlarından ayaklarına kadar iniyor, ayrıca ustalıkla iliştirilmiş bir başlıkla da saçlarını örtüyordu. Şu Amerikan filmlerinde, hani Cadılar Bayramı akşamlarında, yeni moda süper kahraman kıyafetleriyle şeker toplamaya çıkan kız çocukları gibiydi şimdi düşününce.
Ne o? Şaşırdınız mı? Evet, ben de sizinle aynı zamanda yaşıyorum. Ama hikâyemiz 1800’lerin başında geçiyor. Tuhaf bir Alman kasabasında. Sık bir ormanın iki farklı ucunda iki küçük ev var. Birinde Kırmızı Başlıklı Kız’ımız yaşıyor. Annesiyle. Babası? Hiç görmedim, belki de yoktu. Üç nesil kadının hikâyesi bu. Anneanne, anne ve kız. İsimleri mi? Ufaklığın adı Blanchette. Buna eminim. Ama diğerleri önemsiz. Birine anne, diğerine anneanne deyip geçebilirsiniz.
Anne, küçük kızını ormana yollarken sıkı sıkı tembihlemiş. Ben orada değildim ama masallarda öyle yazıyor. Az sonra size yazarların nerelerde yanıldığını da anlatacağım. Eee, kulaktan dolma bilgilerle bir yere kadar! Anne kızına demiş ki, asla patikadan ayrılma! Ne olur? Kurt kapar. Yani ben; her kötülüğün hem anası hem babası, melanet suratlı, korkunç bakışlı, sırf zevkine insanları yoldan çıkaran, sonra da onları afiyetle yiyen canavar! Oysa bakın ne kadar da usul bir konuşma geçti aramızda. “Küçük başlıklı kız, nereye gidiyorsun?” diye sordum kibarca. Maksat muhabbet olsun. Bir de elindeki sepetçikte neler olduğunu merak ettim. İtiraf edeyim, biraz acıkmıştım.
Grimm Biraderlerin söylediğine göre, kızın anneannesinin nerede yaşadığını sormuşum. Palavra! Biliyordum zaten. Benim gibiler ormanda bir anda peyda olmazlar. Önce araştırırlar, kimdir bu kız, necidir, hangi yollardan geçmektedir? Ormandaki o patikayı adım gibi bilirim. Dağ başında zaten o yolu bu iki evde oturanlar dışında kim kullansın? Annesini görürdüm bazen, bazen de Blanchette’çiği. Anneanne çok nadiren de olsa, kestane ağacından bastonu ve tıngır mıngır yürüyüşüyle geçip o yoldan, kızına giderdi.
Bunları çok iyi bildiğim gibi, eğer istesem üçünü de ayrı ayrı mideme indirirdim. O avcı olacak mendeburun ruhu bile duymazdı. Kasabanın korucularına birileri kaybolan üç kadından bahsederdi, onlar da arar tarar kimseyi bulamazdı. Konu kapanırdı. Gelgelelim bir performans ortaya koymam istendi. Karşılığında da dolgun tavşanlardan yahniler, mis gibi güvercin kavurmaları, leziz mi leziz domuzcuk sosisleri, dumanı üstünde tüten lahana dolmaları, halis tereyağlı patates püreleri, iyice kızarmış şnitzeller filan aldım. Bence iyi bir alışverişti!
Tek yapmam gereken Blanchette ormana geldiğinde onu yolundan saptırmaktı. İşaretim, kırmızı pelerindi. Eğer o gün onu giymişse, benim de rolümü oynamam gerekiyordu. “Yahu küçük kız,” dedim, “yaşlı kadına biraz çiçek toplasana şuralardan.” Saftirik hemen atladı! Çiçek de toplarsa hem annesinin hem de anneannesinin gözüne gireceğini sandı. Akrabalık ilişkileri böyledir dostlarım. Şans eseri aynı ailede doğarsınız ama ömür boyu yaranmaya çalışırsınız!
Sonraki görevim, anneannenin evine gidip onun yerine geçmekti. Zavallı ihtiyar kadının hiçbir şeyden haberi yoktu. Beni görünce tir tir titremeye başladı zaten. Bir lokmada mideme indirdim onu. Bir deri bir kemik! Doyurur mu hiç karnımı? Masalları yazanlar bunu bilmez mi? İşimin en zor kısmı anneannenin kılığına girmekti. Açtım gardırobu, sündüre sündüre geceliklerinden birini uydurdum üstüme. Başıma bir bone buldum çekmeceden, bir de atkı sardım boynuma. Ne kadar az görürse beni, o kadar uzun sürer çakozlaması neticede!
Ama sandığım kadar salak değilmiş kırmızı başlıklı kız. Kapıyı çalınca açmadım. “Mandalı çekiver, açılır kendi,” dedim sesimi incelterek. Ne kötü bir takliiiiit! Kendimden tiksindim. Girdi içeri bu, şöyle bir süzdü ortalığı. Halbuki, masal yazarlarının dediğine göre, annesi etrafta göz gezdirmemesini de tembihlemişti. Ortalığın biraz dağılmış olduğunu görünce, sorular sormaya başladı. “Anneanne senin kulakların ne kadar da büyük!” Üstelik de kıllı! Gerçi yaşlı insanlarda da kıllar fışkırıyor kulaklardan ama bizimki kadar değil herhalde. Hemen uydurdum: “Seni daha iyi duyabilmek için!” Ne akıl ama? Bu kez gözlerime taktı. Gözlerimin içine baka baka benim anneannesi olmadığını anlamamış olamaz, değil mi? Maksat, beni söyletmek. İyi al: “Seni daha iyi görebilmek için!”
Göbeğimin üstünde kavuşturduğum ellerime takıldı bir de. Yahu senin anneannenin bu kadar kıllı elleri olabilir mi allahaşkına? “Seni daha iyi kucaklayabilmek için,” evladım deyince, nihayet lafı ağzımın büyüklüğüne getirdi. Aslına bakarsanız ağzımın büyüklüğünden ben de şikayetçiyim. Büyük lokmalar yedirdiği için bana, çok kilo yapıyor. Ama konumuz bu değil. Nitekim bu koca ağzımı açtım ve Blanchette’i de, evet kırmızı başlığı ve peleriniyle birlikte, mideme indirdim.
Masal dünyasındayız ya, anneanne ve torunu midemde komşu oldular birbirlerine ve ben hiç mide asidi salgılamadım bu sürede! Orada öylece beklediler, balığın karnındaki Yunus gibi. Küçük kız, “Ah ben ne yaptım, keşke o yoldan sapmasaydım!” demiş midir bütün bu tantananın ortasında? Dedi herhalde ki, avcı gelip karnımı yarıp onları kurtardıktan ve masalda anlatılanın aksine karnıma tam elli iki dikiş atıp beni iyileştirdikten sonra, annesinden teşekkür kabilinden bir ziyafet sofrası daha gördüm.
Evet, sevgili dostlarım. Bütün bu oyunu, Blanchette’in annesi, sağa sola ağzını ayırarak ormanda gezinen küçük kızına bir ders vermek için tertiplemiş, beni de kötü adam rolüne seçmişti. Her şey planlıydı. Ortada bir kötülük yoktu. Bu tuhaf Alman kasabasında kardeş kardeş yaşıyorduk.
Anneyle ormanda ara sıra denk gelir ayak üstü hoş beş ederdik. Güngörmüş, konuşmayı bilen, matrak bir kadındı rahmetli. Zaten o Grimm Biraderlerden ufak olanıyla düşüp kalkıyorlardı, bende yalan yok!
mükemmel yahu. Kaleminize sağlık