Sigur Rós’u bilir misiniz?
1994’te İzlanda’dan çıkmış bir müzik grubu. Yaptıkları müziğin türü post-rock olarak adlandırılıyor. Bendenizin en sevdiği tür oluyor bu aynı zamanda. Haliyle çalışırken ya da bir şeyler okurken dinlediğim Spotify listelerinde, YouTube önerilerinde sıklıkla karşıma çıkar. Yine böyle bir gün, yani Spotify’da Sigur Rós’a denk gelinmiş yine, duraksama ihtiyacı hissettim. Parça bir ilahiye benziyordu. Ayrıca ortasında bir yerde, hayli lirik, ilgi çekici bir şiir vardı. Birkaç kez tekrar ettikten sonra, kelimelerin anlamlarını merak ettim. İzlandaca’ydı ama İngilizce bir çevirisini bulmayı umuyordum.
Derken karşıma bir hazine çıktı. (Büyük oranda şu kaynaktan faydalandım.)
Parça, “Odin’s Raven Magic” isimli bir albümdendi. 2005’te başladıkları ve ancak 2020’de stüdyoya girerek kayıt altına aldıkları albüm İskandinav mitolojisine dair Hrafnagaldur Óðins isimli bir şiirin (söylence ya da epik?) orkestra eşliğinde söylenmesiydi aslında. Sekiz parçaya ayrılmıştı ve beni çarpan kısım şiirin yedinci bölümüydü. (Aslında şiir 26 sekizlikten [stanza] oluşuyor ama müzikle harmanlarken böyle bir ayrım yapmışlardı.)
Bölümün İzlandaca başlığı “spár eða spakmál” olarak verilmiş ve Türkçesi şöyle: Kehanetler ya da bilgelik.
Önce şiirin hikâyesinden bahsedeyim biraz.
Her ne kadar bu şiirin başlığı Odin’in Kuzgun Büyüsü olarak bilinse de, hatta Sigur Rós da bu ismi kullansa da, şiirde İskandinav mitolojisinde önemli bir sembol olan Odin’in kuzgunlarından hiç bahis olmadığı için, uzmanlar bu başlığın hatalı olabileceği kanaatinde. Bu arada Odin, Yunan mitolojisindeki Zeus’un karşılığı. Yani bir nevi “tanrıların tanrısı”.
Şiir, bu kuzey mitolojisi hakkındaki Poetic Edda denen ve 1000 ile 1300’lü yıllar arasında halk arasında söylenen anonim şiirlerden oluşan bir eseri taklitle yazılmış. Yani yaygın kanıya göre Poetic Edda’nın içinde yer almıyor. 19. yüzyılda günyüzüne çıkmış ve ne zaman yazılmış olabileceğiyle ilgili çeşitli rivayetler var. Şiirin bir alt başlığı da var: Forspjallsljóð, yani başlangıç şiiri. Bu sebeple, Poetic Edda’daki bir bölümün girişi için sonradan yazılmış olabileceği kanısı hâkim.
Eğer The Lord of The Rings ve The Hobbit gibi kitaplara ya da filmlere aşinaysanız, İskandinav mitolojisine pek uzak sayılmazsınız. Elfler, cüceler, troller ve bilumum ırklar burada da karşınıza çıkıyor. Ayrıca Marvel’in süper-kahramanı Thor’la ilgili filmleri seyretmiş ya da çizgiromanları okumuşsanız, bu mitolojiye baya hâkim olabilirsiniz. (Daha bir yığın [popüler] kültür ürününde karşımıza çıkıyor fakat oraları geçiyorum.)
Şiir, mitolojik dünyayı tanıtarak başlıyor. Çeşit çeşit tanrılardan ve tanrıçalardan, bakire savaşçılardan, devlerden, elflerden, cücelerden ve tabi insan ırkından geçip bütün bu manzaranın arka planında kaynayan bir entrikayı seziyoruz. İkinci sekizliğin altıncı satırında “Urður geyma” sözüne rastlıyoruz: Kader mühürlendi.
İskandinav mitolojisinde Ragnarök ismi verilen bir gün vardır. “Tanrıların yok olduğu gün” olarak da bilinir. Bir nevi kıyamet günü. Gecedir, kıştır ve devler şeytanlarla işbirliği yaparak tanrılarla savaşa girerler. Günün sonunda yok oluş vardır ve çoğu zaman söylencelerde sura benzer bir boruya üflenerek tamamlanır. Genelde Ragnarök başladığında Odin ya da başka tanrılar bunu engellemek için bir şeyler yapar. Fakat genel olarak mitolojiyle ya da trajedilerle ilgisi olanlar bilir ki, kıyamet önlenemez.
İşte bu şiirde de Ragnarök’e doğru ilerliyoruz. Altıncı sekizliğe geldiğimizde, Iðunn’un, yani gençliğin ve elmaların (elma metaforu?) tanrıçasının, aynı zamanda şiir tanrısı Bragi’nin karısının, dişbudak ağacından yapılma ve dünyayı çevreleyen, evrenin tam merkezinde yer alan Yggdrasill’den aşağıya, yani dünyaya indiğini öğreniyoruz. Burada gecenin evinde zoraki misafir ediliyor. Yolculuğun sebebini bilmiyoruz. Fakat Odin’i endişelendirdiği kesin.
Iðunn burada yas tutar bir hâle bürünmüşken, tanrılar ona bir kurt postu gönderiyor, ona bürünürse ferah bulacağını ümit ederek. Şiirde Iðunn’un yas tuttuğu mekândan bahsederken de “kurt” kelimesi kullanıldığı için, ondan sakınmak için karalara bürünmesi, hem şiirsel, hem de işlevsel görülebilir. Ayrıca kurtlar mitolojide savaşçı oldukları için, içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtuluş ümididir de. Kurt postunu getirenler, Odin’in görevlendirmesiyle “kaçağın” peşinden giden üç tanrıdır ayrıca: Tanrıların gözcüsü Heimdallr, az evvel tanıştığımız Bragi ve kötülük tanrısı Loki.
Onun yanına vardıklarında Heimdallr sözcü olacaktır ve tanrıçaya dünya hakkında neler bildiğini soracaktır. Diğer tanrılarsa bir takım büyüler yaparak gecenin tekinsizliğinden korunmaya ve Iðunn’u etkilemeye çalışmaktadır. Odin de bu olanları yukarıdan seyreder. On birinci sekizlikte, bu kez ona dünyanın, cennetin (spesifik bir katının) ve cehennemin (yine öyle) başlangıcını, zamanını ve nasıl sonlanacağını bilip bilmediği sorulacaktır.
Bu bilginin, Ragnarök’ü engelleyeceği düşünülür.
Bu şiiri, daha evvel rastladığım diğer pek çok mitolojik eserden ayıran yere geldik. O yüzden birebir çevirmeye çalışacağım (tabi İngilizce’den): “Aklındakileri, söylemedi kimseye / ne de Gefjun (saban tanrısı, dünyayla yakından alakalı) / bir kelime edebildi, / herhangi bir neşe de görülmedi, / gözyaşları süzüldü / kafatasının kalkanlarından, / her şeye kâdir olan (Odin) / güçten yoksun kalmıştı”
Evet, Iðunn kendisine sorulan soru karşısında yalnızca gözyaşlarıyla karşılık veriyor. Kaderin geri dönülmez ufka ulaştığını ima ediyor. Ve tanrılar için ne bir kehanet, ne de bir bilgece söz var burada. (Bu kısım üzerine düşünürken, kehanetlerin geleceğe, bilgeliklerin ise geçmişe baktığını hatırladım. Fantastik hikâyelerde kehanetler özel bir kabiliyetle bilinir, bilgelik ise sıkı çalışmayla elde edilir. Bilmem nereye varır?)
Devam eden bölümlerde, bu sessizlik ve gözyaşı, efsanelerde her gece Orta Dünya’nın (Midgard) uyumasını sağlayan bir dikene benzetiliyor. Her şey yavaşlıyor, kollar uyuşuyor, zihinler hissizleşiyor. Tanrılar, Iðunn’un sessizliğinin kederli hâlinden ileri geldiğini düşünerek tekrar sorular sormaya çalışıyor fakat cevap alamıyorlar. Sonunda Heimdallr ve Loki ayrılıyor. Bragi ise refakatçi olarak karısının yanında kalıyor. Buradaki hoş detay şu ki, Heimdallr’dan bahsederken, onun “horni Gjallar”ın yani şu bahsettiğim sur borusunun bekçisi olduğu hatırlatılıyor. Kıyamet yakın!
Dünyadan dönüp tekrar tanrılar katına ulaşan Heimdallr ve Loki burada Vingólf isimli ilahî mekânda, bir çeşit bira ve iyi pişirilmiş domuz eti sunulan bir ziyafet sofrasına buyur ediliyor. Burada diğer tanrılar ve tanrıçalar, kahramanlarımıza dünyadaki o kadının “kehanetlerden ya da bilgeliklerden” (spár eða spakmál) söz edip etmediğini soruyorlar. Bu sorgulama gün ağarmaya yaklaşıncaya kadar devam ediyor.
Nihayet Odin herkesi dinlenmeye çağırıyor: “Gece yeni fikirler doğurur; tanrıların yararına bir tavsiyede bulunabilecekler sabaha kadar düşünsünler.” (Burada bir not: Gecenin yeni fikirler doğuracağına dair deyişin, Latince in nocte consilium, yani “geceye danışmak” deyişinin çevirisi olduğu, bu sebeple de şiirin erken modern dönemde yazılmış olabileceği söyleniyor.)
Bunun üzerine tanrılar Odin’e zoraki bir allahaısmarladık göndererek ziyafet sofrasından ayrılıyor. Bu sahnede klasik Ragnarök hikâyelerinde Odin’i öldüren kurt (Fenrir) da anılıyor. Taşlar bir araya geliyor…
Tekrar Yggdrasill’in altına, yani dünyaya çeviriyoruz dikkatimizi. Gün (Dagur) ilerliyor ve (cüce) Dvalinn’in oyuncağı, yani güneş gökyüzündeki bir at arabasında oradan oraya taşınıyor. Bu esnada trollerin kadınları, devler, cesetler, cüceler ve kara-elfler dünyanın kuzey ucunda (İskandinavya!) uykuya yatıyorlar.
Nihayet, güneş görünür oluyor, tanrılar uyanıyor. Ancak çok soğuk, sisli ve karanlık bir sabaha uyanıyoruz. Heimdallr borusunu üflüyor ve tanrıları bir araya topluyor. Bu ses aynı zamanda Ragnarök’un iyice yaklaştığının habercisi.
Belli ki, hiç kimse bir çözüm bulamıyor. Bulamazlardı da. Çünkü büyük trajediler ondan kaçınmak için değil, onu sabırla ve belki cesaretle karşılamak içindir.
Eğer geçmişten bir şeyler öğrenirseniz, bunlar bilgece sözlere dönüşecektir. Eğer hiçbir şey öğrenmemişseniz, gelecekteki trajediler korkutucu kehanetler olarak yeniden kulağınıza fısıldanacaktır. “Kaderdeki son” değiştirilemez belki ama geçmiş hikâyelere kulak kabartarak onu daha farklı karşılayabilirsiniz.
Peki, Ragnarök’tan sonra ne oluyor?
Bütün kainat içindeki masalsı varlıklarla birlikte yok oluyor. Ve her şey burada bitiyor. Varlık âlemi, sulara gömülüyor, çünkü İskandinavya’dayız, denizciyiz! Bazı hikâyelere göre ise, bu yok oluştan sonra suların içinden yemyeşil yeni bir dünya yükseliyor. Bazı tanrılar bu kıyametten sağ çıkmayı başarıyor. Lif ve Lifthrasir (“Hayat ve Hayatın Peşinden Koşan”) isimli bir kadın ve bir erkeğin, bütün o yıkım esnasında bir yerlerde saklandığını öğreniyoruz. Eski güneşin kız kardeşi olan yeni bir güneş doğuyor ve canlılar yeniden çoğalmaya başlıyor.
yazilari ara ara girip toplu okuyorum. bu son yazı kadar devam etmekte zorlandığım hiçbir yazı olmadı. ne anlatıyor anlamadım da zaten :) bir ilahi dinledik diye yani...