Bir aralık lazım oldu ve “küsmek” fiilini İngilizceye nasıl çevireceğimi düşünürken buldum kendimi. (Kendini bir şey yaparken bulmak da ne ilginç bir durum. Sanki kendinden çıkabilirmişsin gibi. Laf işte!) Online sözlüklerde ve dâhi Google aramalarında çeşitli karşılıklar yok değil, gani. Ama nedense pek içime sinmiyor bu kelimenin çevirileri. O yüzden ChatGPT’yle bu konu üzerine dertleşeyim istedim. “Yapay zekâ, yapay zekâ, söyle bana nedir küsmek eyleminin İngilizce karşılığı?” Masallardaki sihirli aynalar ya da “Açıl susam açıl!” deyince açılan kapılarla karşılaşmışız gibi hissetmek istedim. Hayatımızın büyüsüzleşip çölleştiği şu günlerde, kendimce bir çaba işte. İlk etapta üç öneriyle geldi meret: “to sulk”, “to be offended” ve “to hold a grudge”. Bunlardan ilki “surat asmak”, ikincisi “alınmak”, üçüncüsü de “kin tutmak” gibi.
Çeviri yapanlar bilir, eğer bir kelimeye yabancı dilde karşılık bulamıyorsanız, belki de o kelimenin kendi dilinizdeki anlamını yeterince kavrayamamışsınız demektir. Mesela Türk Dil Kurumuna göre küsmenin tanımı şöyle: “Herhangi birinin hoşa gitmeyen bir söz veya davranışı yüzünden görüşmez olmak.” Arkama hazır TDK’yı almışken, ChatGPT’ye bu kez öğrencisini imtihana çeken hoca tavrıyla sordum “küsmek ne demek?” diye. Buna yanıtı da şöyle oldu:
İlişkimizde bir noktaya varıyoruz, birbirimizi tanımaya başlıyoruz diye heves ederek, bu tanımı göz önünde bulundurup yeniden bir İngilizce karşılık önermesini istedim ChatGPT’den. (Biz sıradan kullanıcılar yapay zekâ filan diyoruz ama işin ehli “auto-complete on steroids” diyor kendisine. Yani, kaslanmış otomatik tamamlama. Hani telefonlardaki gibi.) Hakkını yemeyelim, niyetimi anlamış olacak ki, bu kez sadece tek bir kelime önerdi: “to sulk”. Hah, tuttun bırakma orayı, nedir dedim “sulk” etmek? Ne yapsa beğenirsiniz? Az evvel küsmekle ilgili verdiği tanımı olduğu gibi İngilizceye çevirdi. İlahi Large Language Model (LLM) seni!
Şimdi aslına bakarsanız iki kelime birbirinin karşılığı olarak kullanılabiliyor. Literatürde var bunlar yani. Literatür demişken, ChatGPT’nin dijital dünyada var olan hemen her şeyi yalayıp yuttuğunu, bilhassa klasikleri ezber ettiğini bildiğimden, bana “to sulk” fiilinin geçtiği şöyle edebî, güzel bir pasaj getirmesini söyledim. Generative AI (üretken yapay zeka) dedikleri meretin insanları en çok tahrik eden tarafı, her dediğinizi hemencecik yerine getirmesi. Google aramaları gibi değil, sizden parçaları birleştirmenizi beklemiyor. Karşınıza löp et şeklinde metin getiriyor. Kemiksiz, kılçıksız. Bir de munis, muti, işciman (bu kelimeyi annem arkadaşlarının gelinleri için kullanır genelde, baktım böyle yazılıyormuş). Hâliyle sözlerimi bir emir telakki etti ve Jane Austen’ın Gurur ve Önyargı romanından aşağıdaki kısmı paylaştı (okumanıza gerek yok):
ChatGPT ile ilgili bilmeniz gereken en önemli şey, çok kıyak bir yalancı olduğu. Hele ki bir yerlerden alıntı yapıyorsa, ayakta uyutulma ihtimaliniz çok yüksek. Nitekim bu paragrafın önce Türkçe çevirisine baktım. “Allah Allah son cümleyi, tam da ‘sulk’ fiilinin geçtiği cümleyi niye çevirmemişler ki?” dedim. Sonra Gutenberg.org isimli siteden kitabın aslına baktım, orada da böyle bir cümle yok. Google’a yazdığınızda da herhangi bir sonuç çıkmıyor. Üç bin yıllık kitap, hiç mi alıntılayan olmadı yani? Yüzüne vurduğumda da daha büyük bir itirafta bulundu: Gurur ve Önyargı romanında aslında “sulk” kelimesi hiç geçmiyor! Hemen onu da kontrol ettim, bu kez haklıydı. Madem öyle ne diye uyduruyorsun evladım? (Mahmut Hoca mode on.) (Buna yapay zekânın halüsinasyon görmesi deniyor ve maalesef büyük sorun.)
Ama ChatGPT’nin uydurduğu cümlede de görebileceğiniz üzere, “sulk” kelimesi daha ziyade anlık, kısa süreli bir durum. Yıllarca sürdürülebilecek bir tavır değil. Halbuki ömür boyu küs kalıyor insanlar değil mi? Bunu da konuştuk elbette. Dedim ki kelimenin zamanla ilişkisini de düşünerek bir karşılık bul bana. Hayhay efendim, dedi ve çaycı çırağının tepsiyle dükkâna sallana sallana girip masaya bardakları bırakmasını andırır bir edayla şu üç kelimeyi sıraladı: “holding a grudge”, “harboring resentment”, “being estranged”. Hatırlayacaksınız bunlardan ilki “kin tutmak” gibi bir anlama sahip. Ne tesadüf ki, ikincisi de hemen hemen öyle. Üçüncüsü ise “yabancılaşmak” ya da daha Türkçe bir tabirle “uzaklaşmak” anlamına geliyor (yaklaşıyoruz, hissediyorum). Aslında “resent(ment)” kelimesi, içerlemek, gönül koymak gibi anlamlarla küsmeye benzer ama onda da tam oturmayan bir şeyler var.
ChatGPT’yle sohbet etmek yerine genel olarak internette de bu arayışı gerçekleştirebilirdim elbette (sözlük demişken Ekşi Sözlük’te “küsmek” başlığına kimse gelip de “İngilizcesi şudur” diye yazmamış ne acayip değil mi? Her şeyi bilen ve bildiğini de cümle âleme göstermek için çırpınan malumatfuruşlar – bendeniz dâhil – burada suskun kalmış!) ama maksat muhabbet etmek. Tıpkı burada yaptığımız gibi. Yazmak “sosyal iletişim” kategorisinde değerlendirilen bir eylem. Ama tek taraflı sanki. Görebildiğim kadarıyla yazarlar, yazdıklarının okur tarafından nasıl karşılandığını pek umursamadan, kendilerinden önce yaşamış ve muhtemelen hayranı oldukları yazarlarla konuşmak için yazıyorlar. Eleştirmenler de salt yazının kendisiyle meşgul olup yazarı olay yerinden kovalamanın peşindeler (bkz. Yazarın Ölümü). Eee nerede kaldı iletişim?
Evet, iletişim. Küsmek en çok iletişimi kesmekle ilgili bir durum. İnsan incinebilir, kızabilir, alınabilir, kinlenebilir, hatta haset edebilir ama karşı tarafla her şeye rağmen iletişim içinde kalmayı, bu olumsuz hisler üzerine konuşmayı sürdürebilir. Küsmek ise kapıları kapatmak, ne olursa olsun fikrinin (hissinin) değişmeyeceğini ilân etmek gibi bir şey. Ve bana hep çocukça gelmiştir. Çocukken bile çocukça gelirdi. Çünkü küsen taraf aslında hep bir beklenti içindedir, konuşmayı keser ama konuşma arzusunu kökünden koparmaz (zaten o bambaşka bir hikâye ve adı da “gitmek”). Hiyerarşik ilişkiye sahip bireyler arasında duygusal şantajın bir biçimidir. Konum sahibi olan kişi, konumunu da kullanarak küstüğü kişinin tek bir bakış açısını, yani kendi bakış açısını kabullenmesini bekler. Aksi hâlde küslük ortadan kalkmayacaktır. Zayıfın küslüğüyse, tavşanla dağ arasında yaşanan tatsızlıktan da anlaşılabileceği üzere aslında olmayan şeydir.
Kelimeler ve kavramlar insanın zihnine erken yaşlarda tanık olduğu hikâyelerle birlikte yerleşiyor. Hâliyle bazı tavırlar (kelimeler?) insanda olumlu hisleri uyandırırken, bazıları olumsuz hisleri filizlendiriyor. Benim için küsmek akılla mantıkla (benim aklım ve mantığımla) izah edilebilir bir şey olmadığından, “küsmeye sebep olan” kişinin eylemleri hiç gözüme görünmüyor bile. Küsen, her ne yaşanmışsa yaşanmış, haksızdır, diye kestirip atıyor zihnim. Bazıları muhtemelen yine çocukken küsmekle bir şeyler elde edebildiği için yetişkinlikte de bu tavrı sürdürüyor. Ben evin en küçüğü olduğumdan küsmelerim hep tavşanın kaderiyle örtüşmüş, bu sebeple de bana efektif bir yöntem gibi gelmiyor ve küsmek lügatimde ve dâhi sosyal iletişim alet çantamda yer almıyor. Yani bir de küsmek “beklemek” demek ve ben beklemekten pek hazzetmem. Ne olacaksa olsun. Hemen. Şimdi. Bilhassa olumsuz hislerin üzerime yapışmasıyla, ellerimle yediğim bir yemekten sonra ellerimin yağlı, şekerli kalması hemen hemen aynı gerginliği yaratıyor bünyemde.
Yani sonuna kadar iletişim. Tavizler vere vere. Döke saça. İdare etmesi mümkün bir hoşnutsuzluğa ulaşıncaya dek. Komedyen Larry David’in Curb Your Enthusiasm isimli TV dizisinde buyurduğu üzere: “İyi bir uzlaşma, bütün taraflar tatminsiz olduğunda ortaya çıkar.” Tıpkı Hollanda’nın “polder model” adını verdiği siyasî karar verme metodunda olduğu gibi (Hollanda’ya taşındım ya, artık buranın uzmanı sayılırım, açılın ben doktorum). Efendim, rivayet odur ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkedeki Katolik ve Protestan Hıristiyanlar, sosyal-demokratlar ve liberaller oturmuşlar ve “Bundan sonra her işimizi konuşarak çözeceğiz,” demişler. Herkesin bir şekilde, gönüllü ya da yarım gönüllü, hatta belki gönülsüz, onay vermediği hiçbir büyük adım atılmayacak, o noktaya gelinceye kadar da tartışacağız. Bu geleneğe uygun olarak parlamentoda bolca parti var ve bugüne dek hep koalisyon hükümetleri kurulmuş. Tabi bu koalisyonlar da kolayına kurulmuyor, her mevzu tek tek, canını çıkarana kadar, aylarca hükümetsiz kalma pahasına konuşuluyor. Bu model işçi sendikaları ile hükümet arasındaki görüşmelerde de benimsenen tutum (Fransa’daki ‘çatışma’ kültürünün aksine). Hatta bu sebeple Hollanda’da hiçbir mahkemenin meclisten çıkan yasaları “Anayasa’ya uygunluk” durumuna göre değerlendirme yetkisi yok. Çünkü meclis, yeterince konuşmuştur o mevzuyu.
Bugün dünyadaki siyasi atmosferin önemli bir kısmını kaplayan “kutuplaşma” kara bulutları hâliyle “polder model” denen sistemden fersah fersah uzak (Hollanda’da kutuplaşma yok demek değil bu). Kutuplaşmak, küsmek gibi bir şey zira. Canınızı yaktığı için küstüğünüz insanı yine de takip etmeye devam edersiniz çünkü onun hayatını çarçur ettiğini, size yaptığı yanlıştan ötürü hayatın her şeyi burnundan getirdiğini, kendi aptallıklarıyla boğuştuğunu “görmek” hoşunuza gider. Aslında öyle bir durum olmasa bile öyle “görürsünüz”. Çünkü ahmaktır o. Sizi küstürmüştür. Konuşmaya değecek bir özelliği kalmamıştır. İnsanî vasıflarını yitirmiştir. Başka bir kutuptadır.
Küsmek, en yakınlarınızla aranızda olan bir şeydir bir de. En şahane düşmanlıklar, en sıkı dostlar arasında yaşanır. Ortaokulda iki arkadaş birbirine takılıyordu. Onlardan birisi diğerinin canını yakacak bir şeyler söyledi. Bunun üzerine canı yanan kenara geçip sustu, oturdu. Hatasını anlayan arkadaş gidip, “erkekliği” de elden bırakmadan, “Küstün mü lan?” diye sordu (erkekler çok kibar varlıklardır). Cevap muhteşemdi: “Seninle küsecek kadar yakın değiliz!” (Hâlâ gülerim hatırladıkça o sahneyi.)
Evet, ben hayatımda kimseye küsmedim. Bana küsenler oldu ve küskünlükleri bitene kadar bekledim (teknik olarak küsmüş değilim ama iletişim kurmak adına adım da atmıyorum, nasıl çözüm?) ama kasıtlı bir biçimde bir insanla konuşmamak, belki de çocukluktan zihnime kazınan bazı olaylardan ötürü, hiçbir zaman tarzım olmadı. Ama küskünlüğün sadece başka insanlara yönelik olmayacağını da yakın zamanda fark ettim. Hayata küsebiliyorsunuz, bahtınıza küsebiliyorsunuz, kadere yahut inandığınız tanrıya küsebiliyorsunuz. Burada tavşan-dağ dinamiği işlemiyor çünkü küstükleriniz hem sizden kat-be-kat büyük, hem her yanınızı kuşatmış, hem de size en az sizin kadar yakın. Hâl böyle olunca da küsmeye hakkınız var diye düşünüyorsunuz. Bu küskünlük bir dikkat çekme çabası aslında. Kendisini taşıyan gemiden atlayıp yolculuğu balığın karnında devam eden peygamber gibi, o karanlıkta sessizce bekliyorsunuz.
Bir sihirli değnek, bir mucize, yahut uzanacak bir el bekleyen insanlar işte bu küskünler aslında. Çocuksu elbette. Hareketsizliğe yol açıyor, evet, iletişimsizliğe de. Kendileri de bilmiyorlar belki ne söyleyeceklerini. Belki hayatlarının bir noktasında kafalarını göğe kaldırıp küskün küskün (sulking) bakmak işe yaramış, şimdi de öyle bir şeyler bekliyorlar. Küskünlüğü itiraf etmek kadar beklediğini, beklenti içinde olduğunu itiraf etmek de zor. O yüzden, içlerine kapanmış, kimseye fırsat vermeden, kendilerine bile, susuyorlar.
Öyle.